Bilinmesi Gerekenler
  SİYASET
 


1- Rastlantının Bu Kadarı!..
2-
Atatürk'ün Reji nin Elinden Kurtardığı Tekel Yeniden Yabancılaşıyor!..
3-
Atatürk, Reji ve Tekel






Rastlantının Bu Kadarı!..   


AKP iktidarı yedi yıldan beri ülkemizi yönetiyor. Bu süre içerisinde kendi açısından yaptığı ve gerçekten “Başarılı” olduğu en büyük iş, medyayı halletmek oldu. Bunu yaparken Tayyip ve şürekâsı üç boyutlu işlem yaptılar.


1- Kendi medyalarını yarattılar. Artık onların yüzlerce televizyon kanalı, gazete ve dergileri var.

Sabah Gazetesi ile atv’nin devlet bakanlarından sağlanan para ile AKP’nin eline nasıl teslim edildiğini unutmayalım. Örneklerden sadece biridir.

2- Kendilerinden olmayan medyayı sindirdiler, korkuttular. Buna hem doğrudan . Hem de işadamlarını korkutarak yaptılar. İşadamları nasıl kokutuluyordu? Muhalif bilinen gazete ve televizyonlarda reklam vermesinler diye kibarca uyarılıyorlardı.

3- Ergenekon ve Tayyip bu davanın savcısı olduğunu açıkça söylemekten çekinmedi.

Ergenekon, özellikle AKP karşıtlarının korkutulup sindirilmesinde kullanıldı ve itiraf etmek gerekirse bu konuda çok başarılı olundu.

Bu konular çok önemlidir… Ve bundan gelecekteki bu acı medya gerçeklerinin üzerinde sık sık duracağım.

***

Şimdi size ilginç bir gelişmeden söz etmek istiyorum. Çoğunuzun gözünden kaçmıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, muhalif yayın yapan dört televizyon kanalı vardı.

1- Kanaltürk. ( Sonra Kanal Biz. ) Sahibi Tuncay Özkan.

2- Başkent TV. Resmen olmasa bile tek adamı ve söz sahibi Prof. Dr. Mehmet Haberal.

3- ART (Avrasya). Tek söz sahibi, sendikacı Mustafa Özbek.

4- Ulusal Kanal. Önderi, İşçi Patisi Genel Başkanı Doğu Perinçek.

AKP iktidarı Tuncay Özkan’ı bitirmek için elinden geleni ardına koymadı. Üzerine vergicileri gönderdi. Kanaltürk büyük bir parasal açmaza girdi ve Fethullah ekibine satıldı. Bu konuda büyük tepki alan Tuncay daha sonra Kanal Biz’i kurdu. Fakat para yoktu. Çalışanlara maaş bile ödenmesi mümkün olmuyordu. Çöküş başladı… Ve Kanal Biz yaklaşık bir ay önce kepenkleri indirdi.

Başkent TV yayınına bin bir güçlükle devam ediyor.

Ulusal kanal öyle.

ART yarın kepenkleri indirecek. Zaten doğru dürüst maaş ödemiyordu. Ankara merkezi kapanacak ve yayını Kıbrıs’tan devam edecek. Böylece pek çok programda rafa kaldırılmış olacak. Yaklaşık 100 çalışanın işine üç gün önce son verildi.

***

Şimdi burada işin püf noktasına bakalım! AKP’ye karşı yayın yapan, muhalif ses verebilen neredeyse dört ulusal kanal vardı…

Ve rastlantıya bakın ki, bu dört kanalında gerçek yöneticileri (buna isterseniz resmen olmasa bile sahibi, isterseniz tek adamı, her şeyinden sorumlu olan otoritesi deyin), tamamı şimdi tutuklu. Haberal hastanede, ötekiler Silivri Cezaevinde.

Hangi davadan?

Ergenekon’dan!

Peki ama bu kanallar niçin zora girdi?.. Çünkü firmalar ve işadamları bunlara reklam vermeye korkuyorlardı. Kimden korkuyordu?

AKP iktidarından! İktidar onlara sadece bir göz kırpmış. Mesajını o yolla vermişti.

Kanal Biz’deki arkadaşlar bana, Türkiye’de ismini istisnasız hepimizin bildiği bir büyük holdingle ilgili inanılmaz bir olay anlatmışlardı. Size de aynen aktarıyorum:

“Bu holding bize Kanaltürk döneminde reklâm vermiş ve parasını peşim ödemişti. O zaman baskılar bu boyutta değildi. Kanaltürk kapandı, Kanal Biz’i yayına soktuk ve holding yetkilisine telefon açıp şöyle dedik: “Parasını peşin vermiştiniz, elimizde olmayan nedenlerle yayınlayamadık. Şimdi aynı reklâmları Kanal Biz’e parasız yayınlayıp size olan borcumuzu ödeyeceğiz.”

Verdikleri yanıt inanılmazdı: “Biz size paramızı helal ettik, sakın yayınlamayın.” Hükümetten korkuyorsa, o yüzden ekranımızın reklâmlarının görünmesini istemiyorlardı.”

Sevgili okuyucularım, siz bugüne kadar AKP’ye yağcılık ve yalakalık yapan herhangi bir yayın organının parasal açıdan zorda olduğunu, kapandığını falan hiç duydunuz mu? Elbette duymadınız. Onların keyfi yerinde… Ve onlar ille de dinci bizim de bizim medyanın anlı şanlı, para babası patronları. Bir başka deyişle, medya baronları. Her birinin bu iktidar döneminde hükümetle milyarlarca dolarlık işleri, ihale ve beklentileri var. Hepsinin bir eli yağda, bir eli balda.

Öte yandan ise Tayyip ve şürekâsının hoşuna gitmeyen yayın yapan dört televizyon kanalının (adına ne derseniz deyin) sahipleri, yöneticileri, önderleri, Ergenekon sanığı olarak tutuklu. Prof. Dr. Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Mustafa Özbek ve Tuncay Özkan.

Daha nicelerini de eklersek, bu durumda sormak gerekiyor:

Tayyip’in savcı olduğu, AB tarafından da desteklenen Ergenekon, acaba siyasi bir dava mı?

Valla billâ değil! Bunların hepsi rastlantı!

Sözcü Gazetesi EMİN ÇÖLAŞAN
15 Ekim 2009
Sayfanın başına dön                   Ana sayfaya dön




Atatürk'ün Reji nin elinden kurtardığı Tekel Yeniden Yabancılaşıyor!

Tarımsal alandaki özelleştirmenin sonuçları ortada. Şimdi sırada TEKEL var. IMF' ye verilen 2.Ek Niyet Mektubu'nda TEKEL' e ilişkin verilen taahhütlere göre, bu kurum önce 3'e bölünecek sonra içki, tuz ve tütün ürünleri üreten tesisleri özelleştirilecek.

TEKEL' in özelleştirilmesine ilişkin çalışmalar yapılırken elbette kimse bilim adamlarının bu araştırmasını dikkate almayacak. Bu çalışmadan doğrudan etkilenecek üreticiye, kooperatiflere de kimse görüşünü sormayacak. TEKEL de IMF' in isteği doğrultusunda parçalanıp satılacak.

Yukarıda okuduğunuz satırlar 17 Temmuz 2000 tarihinde "Tarımda özelleştirme fiyaskosu ve TEKEL' in geleceği..." başlığı ile yayınlanmıştı.

Aradan 9.5 yıl geçti. O gün yazılanların hepsi gerçekleşti

TEKEL' i yok etmek için Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) talimatı Tütün Yasası, 20 Haziran 2001'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu yasanın sosyal sorunlara neden olacağını belirterek veto etti. Fakat, Sezer' in bu uyarısı dikkate alınmadı ve bir kaç ay sonra yasa kabul edildi. Yasa ile tütün üretimine büyük darbe vuruldu. Üretici tütün ekemez duruma geldi.

Daha sonra "TEKEL'i babalar gibi satarım" diyen Maliye Bakanı Kemal Unakıtan dönemi başladı. 2000 yılında yazdığımız gibi TEKEL önce 3'e bölündü. Alkollü içkiler bölümü 2003 yılında 292 milyon dolara Limak-Nurol-Özaltın-Tütsab Girişim Grubu'na satıldı. Satın alan grup yaklaşık üç yıl sonra bu şirketi 950 milyon dolara Amerikan Texas Pacific Group'a sattı. Bu satış bile TEKEL' in nasıl yağmaladığını kanıtlıyor.

TEKEL'in sigara fabrikaları ve markaları ise geçen yıl 1 milyar 720 milyon dolara British American Tobacco'ya (BTA) satıldı. Bu satış yapılırken çalışanlara Yaprak Tütün İşletmeleri'nin satılmayacağı sözü verildi. Tütün almayan, fabrikaları olmayan 147 yıllık TEKEL' in son birimi Yaprak Tütün İşletmeleri bir süre önce Özelleştirme İdaresi tarafından kapatıldı. Böylece TEKEL tamamen yok edildi. Atatürk ve arkadaşlarının Reji İdaresi'ni kaldırarak kurduğu TEKEL, özelleştirme adı altında yeniden yabancılaştırıldı.

Hazineye sağladığı vergi geliri ile "devletin altın yumurtlayan tavuğu" TEKEL, parça parça satıldıktan sonra işçilere "size ihtiyaç kalmadı" denildi. Şimdi 12 bin TEKEL çalışanının kazanılmış hakları gasp ediliyor ve çok daha düşük maaşla çalışmaya zorlanıyor. Onurları ayaklar altına alınıyor. İşçiler bu nedenle günlerdir sokakta!..

 
Sayfanın başına dön                          Ana sayfaya dön

 


Atatürk, Reji ve Tekel


Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! - 1 –

G İ R İ Ş

MİLLETİ `para` olan ulus ötesi şirketler, milli değerlerimizi ele geçirmek için kirli bir savaş sürdürüyorlar. IMF politikaları ile ABD; AB Kriterleri ile Avrupa ülkeleri, ekonomimizi kıskaç altına alırken, Uzakdoğu firmaları da onlardan geri kalmamaya çalışıyor. Ekonomi üzerindeki baskıları arttıkça daha da arsızlaşan ulus ötesi şirketler ve yerli işbirlikçileri, `özelleştirme` furyasında Türkiye Cumhuriyeti için çok önemli değerlere de el attılar. Bunlardan biri de TEKEL. Sigara tekelleri yıllardır Türkiye`de cirit atıyor. Dünyanın önemli tekel tröstleri Türkiye`ye tütün satıyor ve bizim Samsun`umuzun, Ege`mizin, Bitlis`imizin, Adıyaman`ımızın, Siirt`imizin tütün yetiştiricileri yıllardır perişan bir halde boynu bükük duruyor. Bu yüz kızartıcı tabloya gözlerini kapatan siyasiler, şimdi de bu tütün yetiştiricilerinin alıcısı olan TEKEL`i satmaya kalkışıyorlar. Hem de yine bu tröstlere... Sakın ola ki yerli görünen alıcılara da kanmayın!.. Onlar da `ulus ötesi şirketler` içinde yerlerini alıyor ve üstüne üstlük `milli` gibi görünüp, kaçak döğüşüyorlar

Tanıdık bir vaat: Avrupalı olacaksınız

Milli görünen ama aslında ulus ötesi olan şirketler, Tekel`i yutmanın planlarını yapıyor

Dünyanın en büyük tekelleri, kendi ülkelerinin tütünlerini Türkiye`de satıyor, Türk çiftçisi boynu bükük geziyor... Bu yüz kızartıcı tabloya gözlerini yuman iktidar sahipleri, şimdi de Türk tütün yetiştiricisinin son umudu olan Tekel`i satmaya kalkışıyor. Hem de bu tröstlere...

SakIn yerli görünen alıcılara da kanmayın!.. Onlar da `ulus ötesi şirketler` içinde yerlerini alıyor ve üstüne üstlük `milli` gibi görünüp, kaçak dövüşüyorlar. 1853`te başlayan ve sadece Atatürk`le kesintiye uğrayan `yağma` nın sihirli kelimesi hep şu oldu: Avrupalı olacaksınız...

Kıssadan Hisse

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarih`i `tekerrür` diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

MEHMET AKİF ERSOY

Tütüncünün geleceğini karartan müttefikler!

Bağımsızlığın bittiği nokta: REJİ

Tarih tekerrürden ibarettir` derler amma... Tarihi öğrenmenin faydası da, hatalardan ders almak değil midir? `... Yaşı 70`i aşmış bir aile büyüğünüzün kulağına ` Reji Şirketi ` diye fısıldayıverin. Bakalım, tepkisi ne olacak?

Asıl adı ` Memalik-i Osmaniye Duhanları Müşterek Menfa Reji Şirketi ` olan, ancak Reji Şirketi olarak anılan kurum, 1884 yılından 1923 yılına kadar tütün yetiştiricisinin emeğini sömürüp, bundan aldığı güçle Osmanlı ekonomisini tahakkümü altına almıştı. Ta ki Atatürk, Reji Şirketi`nin bütün mal varlığı, hak ve vecibelerini 1923 yılında devlete intikal ettirene kadar... 1925 yılında tütün ve tütünle ilgili hizmetlerin bizzat devlet tarafından yürütülmesi kararlaştırılırken, ertesi yıl da ` inhisar ` altına alınmıştı. Önce ` İnhisarlar İdareleri ` adını alan, 1932`den sonra da ` İnhisarlar Umum Müdürlüğü olan bu kurum, en sonunda yani 1946`da `Tekel Genel Müdürlüğü ` ne dönüşmüştür.

Reji`yi topraklarımıza getiren koşullar

Tam 39 yıl boyunca Türk topraklarını ve insanını sömüren Reji Şirketi, kendi kurduğu güvenlik güçleri aracılığıyla da bu topraklarda adeta terör estirmiş, binlerce, hatta on binlerce insanı, `kaçakçılık yaptıkları ve şirkete zarar verdikleri` gerekçesiyle öldürtecek kadar, vahşi kapitalizmin boyutunu ileri götürmüştü.

Peki bu adamları bu topraklara getiren koşullar nelerdi?

Reji Şirketi`ni topraklarımıza getiren koşullar, günümüz koşullarıyla garip bir benzerlik içindeydi. Günümüzde `borcun faizini` ödemek için özelleştirmeler yapılırken, o zamanlarda da Reji`yi başımıza musallat eden neden, Osmanlı İmparatorluğu`nun yabancılara borçlanması ve bugünkü gibi borcun faizini bile ödeyemez duruma gelmesi oldu.

Tanıdık bir vaat: `Avrupalı olacaksınız`

I. Abdülmecid döneminde Osmanlı ile Rusya arasında 1853`de başlayan savaş, görüntüde Osmanlı`nın galibiyetiyle sona ermiş gibi görünse de, bu Osmanlı İmparatorluğu`nun `ekonomisi` için sonun başlangıcı olmuştu. `İlk dış borcun alındığı` bu savaşta Osmanlı`nın müttefikliğine soyunan ve onunla birlikte Kırım`da Rusya`yı hezimete uğratan İngiltere ve Fransa, savaş sonunda 1856`da imzalanan Paris Anlaşması`na şu maddeyi koyarak, bu topraklarda 150 yıldır süren `Avrupalı olma hayali` nin fitilini de ateşledi:

`Osmanlı Devleti Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olacak, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altına konacaktır.`

Yani, o dönemin en etkili batılı emperyalist ülkeleri, Türkleri aynı günümüzde olduğu gibi, bir yandan `seni Avrupalı yapacağız` vaadi ile kandırırken, öte yandan onu `borç` kıskacına almayı başarmışlardı.

Avrupa`nın değişmeyen silahları: Borç + `Azınlık` kelimesi

Bu arada Osmanlı`ya `Avrupalı olma vaadi` sunulan Paris Anlaşması öncesi görüşmeler sürerken, Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin bastırmasıyla Islahat Fermanı`nı yayınladı ve bu fermanla `azınlıklara` çok önemli haklar tanıdı. (Memur olabilme hakkı; İl İdare Meclisi`ne seçilme hakkı; Bedelli askerlik hakkı; Vergi toplanmasında gelire göre vergi verme hakkı; Mahkemelerde kendi inancına göre yemin etme hakkı; Kendi okul, hastane ve kiliselerini açma hakkı. Bu fermanla, herkese din seçme özgürlüğü de verilmiştir.). Bu haklardan özellikle `memur olma` hakkı ve `bedelli askerlik` hakkı, Müslüman Türklerin karşısında azınlıklara çok büyük üstünlük sağlamıştır. Çünkü çoğu hem eğitimli hem de varlıklı olan bu kişiler, eğitimlerindeki üstünlük nedeniyle memuriyetlerde en iyi makamları elde ederken, `parayı verip askerlik yapmamaları` da, işlerini güçlerini hiç bırakmamalarına neden oluyordu. Öte yandan Müslüman Türkler için durum tam tersine çok olumsuzdu. Parasızlık ve eğitimsizlik onları önemli mevkilerdeki memuriyetlerden uzak tutuyor, ayrıca ortalama 6 yıl süren askerlik hizmetleri sırasında para kazanamayıp, ailelerine bakamamaları, daha da yoksullaşmalarına neden oluyordu.

O zamanlar, Osmanlı Devleti`nin Islahat Fermanı`nı yayınlama amacının, `azınlıklara geniş haklar vererek, onları Müslüman halkla kaynaştırma` olduğu belirtilmişti, ancak haklar verilmiş olsa da, her hangi bir kaynaşma olmadı. Günümüzde de, Türkiye`nin AB üyesi olmaması için her türlü bahaneyi sunan Avrupalı eski dostlar (!), Güneydoğu`da yaşayan kardeşlerimize yönelik sürdürdükleri planlı politikalarla, onların kendilerini bir `azınlık` gibi görmeleri için onlara her türlü `Batı avantajını` sunmuşlardır. Örneğin Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya gibi birçok `sözde dost` ülke, `Türkler, ırkınız veya dininiz yüzünden size kötü davranıyorsa, bize bunu beyan edip, ülkemizde yaşayabilirsiniz` söylemi ile, ekonomik güçlük çeken pek çok vatandaşımızı, Türkiye aleyhine yalan beyan vermeye zorlamışlardır. AB`li ülkelerin Türkiye topraklarında azınlık konularını kaşıma stratejileri, AB fonlarıyla desteklenen projelerle halen sürmektedir.

Neyse, biz yine Osmanlı`nın ilk dış borç aldığı dönemlere dönelim...

Galata bankerlerini zengin eden borçlar

Kırım Savaşı ile dış borçla tanışan Osmanlı Devleti, Galata bankerlerinden aldığı bu borçlara her gün bir yenisini ekledi. Galata bankerleri, günümüzün güçlü sermaye şirketleri gibiydiler. Osmanlı`nın içine düştüğü mali çıkmazlar ve aldığı `ağır şartlar içeren`borçlar, bankerlerin sermaye birikimlerini gittikçe arttırmış, onları İstanbul`un adeta en önemli şahsiyetleri haline getirmişti. Hatta onların ve ailelerinin cemiyet yaşamını izlemek için, günümüz magazin basını gibi, bir Pera Basını bile türemişti (Bab-ı Âli Basını`nın yanı sıra). Pera Basını, bankerlerin düğünlerinden, Paris`ten getirdikleri ve moda olduğunu söyledikleri elbise ve eşyalara kadar birçok haberi topluma yansıtmaya başlamıştı. Günümüzde toplumun gözü, magazin haberleri ile boyanmaya çalışırken, bu uygulamanın ilk örneklerini o zamanlar Pera Basını vermişti.

Dış borçları arttıran sebepler

Osmanlı İmparatorluğu`nun dış borçlarını arttıran nedenlerden bazıları şunlardı:

* Gerek Ruslarla savaş, gerekse müttefiklerin de kışkırtmasıyla imparatorluk topraklarında başlayan isyanlar ve bunlara karşı oluşturulan orduya, hazinedeki paranın yetişmemesi

* 1938 yılında önce İngiltere ile imzalanıp, ardından da diğer `dost!` ülkelerle tekrar edilen ve Osmanlı Devleti`nin adeta sonunu hazırlayan son derece olumsuz ticari anlaşmalar. (Baltalimanı Anlaşması ve diğerleri). Bu anlaşmalar sonucunda yerli sanayinin gelişmesi engellenmiş, yerli tüccarlar, yabancı tüccarlara verilen ayrıcalıklar sonucu yok olma noktasına gelmişlerdir.

* Vergi alınan toprakların azalması

* Toplanan vergilerin plansız bir şekilde harcanması, derde çare olacak bir kaynak olarak kullanılmamaları. ( Öyle ki bu ve bundan sonraki sebep, günümüzün de en büyük sorunlarıdır)

* Zamanında ödenemeyen kısa vadeli borçlar yüzünden daha ağır şartlar içeren yeni borçlar alınması

Bankacılığı yabancı sermaye ile ithal ediyoruz!

Osmanlı İmparatorluğu`nun içine düştüğü bu ekonomik açmazdan çıkması için Rus Harbi`nde bize müttefik olan İngiliz ve Fransızlar şöyle bir öneride bulundular:

`Banka kurun. Biz de sizi madden destekleyelim!`

İngilizler, merkezi Londra`da olmak üzere kurulacak bir bankanın sıkıntıları çözeceği konusunda önce Sultan I. Abdülmecid`i ikna ettiler ve 1856 yılı itibariyle Ottoman Bank`ı (Osmanlı Bankası) kurdular. İdari merkezi Londra`da olan ve başlıca merkezi İstanbul`da bulunan bu banka, Osmanlı İmparatorluğu`nda yaşanan ekonomik sıkıntıların önünü `göstermelik` de olsa açınca, duyulan memnuniyet, ülkenin ilk yerli (!) bankasına kavuşmasına neden oldu: Ölen ağabeyinin ardından Osmanlı İmparatoru olan Sultan Abdülaziz`in de oluruyla, bir İngiliz- Fransız ortaklığı olan Osmanlı Bankası, 1863 yılında devlete bağlı bir banka haline getirildi.

Osmanlı`nın sonunu getiren dış borç tahvillerinden biri

Osmanlı`nın önce ekonomisini çökerten yabancılar, böylece imparatorluğun dağılmasına neden olan şartları oluşturdular.

(Fotoğraf: Alptekin Müderrisoğlu`nun yazdığı `Cumhuriyetin Kurulduğu Yıl Türkiye Ekonomisi` adlı kitaptan alınmıştır.)

Reji`den kurtuluşun 20. yıl kutlama mesajı

Türk tütünü ve tütüncüsü, Cumhuriyet`in ilk yıllarında Reji İdaresi`nin ellerinden kurtarılmıştı. Bunun 20. yıl kutlaması için mesajlı sigara kutuları üretildi.

 

Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! - 2 –

Osmanlı"nın geliri , alacaklıya emanet!

Düyûn-u Umumiye İdaresi

Verdikleri borca karşılık, 47 yıl boyunca Osmanlı Devleti"nin birçok gelirine el koyan yabancılar, bunu Düyûn-u Umumiye çatısı altında gerçekleştirdiler.

Osmanlı"nın iç ve dış borçlarının arttığı ilk dönemlerde devlet, tütün vergisinin tahsilatını, aldığı iç borçlara karşılık olarak Galatalı bankerlerin yönetimindeki Rüsum-u Sette İdaresi"ne bırakmıştı (1875). Bu uygulamaya, kendilerinden dış borç alınmış Avrupalı alacaklılar karşı çıktı. Borçlar birikip, borcun faizinin bile ödenememesi karşısında 20 Aralık 1881 tarihinde Muharrem Kararnamesi yürürlüğe girdi. Bu kararname ile bütün borçlar bir düzene bağlandı ve bu düzeni yürütmek için Düyûn-u Umumiye İdaresi kuruldu.. Alacaklı yabancı hamiller ile borçların ödenmesine yönelik anlaşmaya giden Osmanlı Devleti, bu anlaşma ile, diğer birçok gelirin yanı sıra tütün gelirlerini toplama işini de Düyûn-u Umumiye İdaresi"ne terk etti. 1881 ila 1928 yılları arasında Osmanlı Devleti"nin dış borçlarını denetleyen bir kurum olan Düyûn-u Umumiye İdaresi, 7 üyeden oluşan bir idare meclisi tarafından yönetildi.

Kediye ciğer emanet edilince!

Dış borçların tamamına yakın bölümü İngiliz ve Fransızlara ait olduğu için, Meclis-i İdare Başkanlığı yalnız onlardan seçilebilmekteydi. İdare meclisinin üyelerinden sadece 2"si Türk"tü. Geri kalan 5 üye, İngiliz, Fransız, Alman, Avusturyalı ve İtalyan"dı. Osmanlı Devleti"nin çok önemli bir gelir kaynağı olan tütün, tuz ve içkiden alınan vergilerin gelirleri, bu yeni kurulan idareye bırakıldı. Bu idare, dış borçlara karşılık gösterilen devlet gelirlerini tahsil edecek ve bunlardan yönetim giderlerini düştükten sonra arta kalan parayla Osmanlı dış borçlarının taksit ödemeleri yapılacaktı.

Devlet gelirlerinin üçte birini tahsil etmekle görevlendirilmiş olan bu idare, "yönetim giderleri" ni de, tahsil ettiği paradan düşme özgürlüğüne sahip olduğu için, çok büyük bir örgütlenmeye gitti. Zaman içinde öyle gelişti ki, devletin 3"te 2 gelirini tahsil etmekle sorumlu Maliye Nezareti"nde yaklaşık 5 bin memur çalışırken, devletin 3"te 1 gelirini tahsil etmekle sorumlu Düyûn-u Umumiye"de 8 bin memur çalışır oldu. Olan, dış borç olarak ödenebilecek paraya olu-yor ve büyük bir bölümü yönetim masraflarına harcanıyordu.

Düyûn-u Umumiye istedi, Tekel özelleşti!

Bir süre sonra Düyûn-u Umumiye içerisindeki Fransız tahvil sahipleri bu idareyi tütün ekiminden doğrudan doğruya pay almaktan vazgeçirerek tütün tarımını ayrıca düzenleyip vergilendirmek üzere yeni bir örgütlenmeye gidilmesi yolunda ikna ettiler. İşte bunun üzerine, Osmanlı İmparatorluğu ile Düyûn-u Umumiye İdaresi arasında yapılan 27 Mayıs 1883 tarihli sözleşme ile 100 milyon frank sermayeli Reji Şirketi kuruldu.

Yapılan anlaşmaya göre Reji Şirketi, her yıl Düyûn-u Umumiye İdaresi"ne 750 bin lira ödeyecek, ayrıca kendi sermayesi üzerinden her yıl yüzde 8 faiz aldıktan ve yönetimle diğer giderleri elde edilen kârdan düştükten sonra kalan kazancı, Düyûn-u Umumiye İdaresi, Osmanlı Hükümeti ve kendisi arasında pay edecekti. Ancak Reji Şirketi de, çok yüksek maaş karşılığı çalıştırdığı yabancı memurlar ve tütün ekicisini yıldırmak için kurduğu güvenlik biriminde çalıştırdığı binlerce kolcuya ödediği paralarla Osmanlı"nın dış borçlarını ödemek yolunda hiçbir işe yaramadı. Aksine, çok önemli bir gelir olan tütün gelirinin üzerine oturmuş oldu.

Türk tütününün yeni patronu: Rothschild"ler

Tütün Rejisi"nin kurulmasıyla Osmanlı İmparatorluğu"nda yerli tütün üretimi artık tamamen Osmanlı Bankası, Credit Anstalt ve Bleichröder banka gruplarının denetimi altına girdi.

Ancak kaynaklarda bu bilgiyi takip edip, daha derinliğine bir araştırma yaptığımızda, Reji Şirketi"ni kuran sermayenin büyük kısmının meşhur Rothschild Ailesi"ne ait olduğu bilgisine ulaştık.

Gerson von Bleichröder"e ait görülen Berlin"deki banka, Giesen Üniversitesi"nin kaynaklarından elde ettiğimiz bilgiye göre, savaş finansorlüğü ile tanınan ve İsrail devletinin kurulmasında çok önemli etkisi olan ünlü Rothschild Ailesi"nin Berlin temcilciliği idi.

Ayrıca Viyana"daki Credit Anstalt adlı kredi kurumu da,Avrupa"nın 19. yüzyıl ve sonrasında en etkili finans ailelerinden Rothschild"lere ait bankanın bir yan kuruluşuydu.Dolayısıyla, bu anlaşma ile birlikte Osmanlı tütününün yeni patronu, Osmanlı"nın elindeki kutsal Filistin topraklarına gözünü dikmiş olan Rothschild Ailesi oldu.

Binaları okul oldu

Düyûn-u Umumiye, yıllarca Cağaloğlu"ndaki bu binada görev yapıp, Osmanlı ekonomisinin sonunu hazırladı. Cumhuriyet sonrasında devletleştirilen bu bina, sonra İstanbul (Erkek) Lisesi olarak, binlerce öğrenciye ev sahipliği yaptı. Türk tütününün idaresinin Reji Şirketi"ne verilmesi ise, padişahın olur yazısıyla gerçekleşti.

Yurtdışında Ottoman Bank, içeride Osmanlı Bankası

1875"te sermayesi 250 milyon franka ulaşan Osmanlı Bankası, önce İngilizler tarafından Ottoman Bank adıyla Londra"da kuruldu. Ardından Fransızlar"ın da katılımıyla bu kez İstanbul"da Osmanlı Bankası adıyla yeniden kurulmuş ve yabancılara ait bir Osmanlı bankası olarak hizmet vermiştir. Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar çalışmalarını sürdürmüştür. 1880"de İngilizlerin payını çekilmesiyle, sadece Fransız"ların yönetiminde kaldıran banka, yukarıdaki ilanda da görüldüğü gibi yurtdışında Osmanlı anlamına gelen Ottoman Bank adını kullanıyordu. Düyun-u Umumiye"nin kurulmasında da, bu bankanın etkisi olmuştur.

Ülkemizde tütün ve tütün gelirinin tarihçesi

Tütünün Anadolu ile tanışması yaklaşık 400 yıl öncesine dayanır. 1600"lü yılların başında İngiltere ve Hollanda"dan gelen tütünün ilk resmi giriş tarihi 1612 olmuştur. Hollanda ile yapılmış anlaşma gereği gelen ilk yasal ithal tütünün ardından tütün ekimine başlanmıştır. İlk tütün ekiminin Rumeli"de Kırcaali ve Yenice bölgelerinde yapıldığı öne sürülmektedir.

Tütün açısından 17. yüzyılın en önemli gelişmesi, tütünün Osmanlı topraklarına gelmesi ve ilk kez bu yüzyılda vergilendirilmesiydi. 18. yüzyılın önemli gelişmesi ise, bütün tütün gümrüklerinin tek bir elden idare edilmek üzere birleştirilmesiydi. 18. yüzyılın sonunda ise, sadece tütün, içki, kahve gibi ürünlerin gelirlerinden oluşan bir hazine kurulmuş ve ülkenin savaş için yaptığı giderler, bu hazineden sağlanmaya başlamıştı.

19. yüzyılda, Tanzimat ile birlikte mali krizlerin aşılmasında artık toplanan vergiler yetmemiş ve dış borç alımları başlamıştı. Borç karşılığı gösterilen ilk vergi gelirlerinden biri, tütün vergisi gelirleri oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu süreç, bir süre sonra bu gelirlerin yabancıların yönetimine ve denetimine yani Reji Şirketi"ne devredilmesi ile son buldu. Ta ki, Cumhuriyet kurulup, bu idare devletleştirilene kadar... Tekel ürünlerinin vergilendirilmesi, Cumhuriyet döneminde de ayrı olarak hesaplanmış ve ülke ekonomisi için önemli bir gelir kaynağı teşkil etmiştir. Şimdi yapılması planlanan özelleştirme ile devlet, hem çok önemli bir mali kaynağını kaybedecek, hem de yüz binlerce tütün yetiştiricisi ile Tekel çalışanlarının kaderlerini "ulus ötesi" şirketlere teslim edecektir.

 

Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! - 3 -

PARANIN GÜCÜ

Rothschild AİLESİ

Özellikle 19. yüzyılda Avrupalıların aldığı birçok hayati kararın perde arkasında varlığını hissettiren bu Musevi banker aile, Osmanlı’nın yıkılmasında da etkili oldu


Ailenin kurucusu olan Mayer Amschel Rothschild (1744-1812), Frankfurt’un Yahudi mahallesinde (Frankfurter Judengasse) yaşayan bir bankerdi. Henüz 6 yaşında iken ailesi ile birlikte bu mahalleye yerleşmiş, çocukluğu babası Moses Amschel Bauer’in açtığı ve para değiş tokuşu, kuyumculuk ve tekstil üzerine çalışan  dükkanda, ona yardımcı olarak geçmişti. Babasının ölümünden sonra Hannover’de Oppenheimer’in yanında bankacılık işlerinde çırak olarak çalışmış ve kendini kanıtlayarak onun genç ortağı durumuna gelmişti. İşte bu aşamada Rothschild soyadını alıp, bir banker olarak Frankfurt’taki baba ocağına dönmüştü.

Kırılan gururlarının bitmeyen intikamı
 
Ne var ki paranın getirdiği belirli bir saygınlığa karşın, yine de bu bölgede yaşayan diğer Yahudilere uygulanan birçok küçük düşürücü sınırlama, onun için de geçerli olmaya devam etti. 13. yüzyıldan beri Yahudilere 'teşhis edilebilmeleri' için kıyafetlerinde göğüslerinin üzerinde taşıtılan sarı halka (nam-ı diğer sarı leke), onun kıyafetleri için de, aşağılayıcı bir aksesuardı. Ayrıca o da, diğer Yahudi komşuları gibi, ailesini koluna takıp, akşamları ya da tatil günleri mahallenin dışına çıkamazdı. Çünkü, iş saatleri dışında söz konusu mahalleden çıkmak, Yahudiler için yasaktı! Sadece 500 aileye yaşama izni verilen bu mahallede evlenmek için bile sıraya giriliyordu. Çünkü yılda en fazla 12 düğüne izin veriliyordu!

Bir çok aile şirketinin örnek aldığı vasiyet!

Bu şartlarda 5 erkek ve 5 kız çocuğu yetiştiren baba Rothschild, öldüğünde  ailesine şunları vasiyet etti:
* İş yerinde kilit işlevindeki önemli pozisyonlar, sadece aileden kişilere emanet edilecek
* İşlerde ailenin sadece erkek üyeleri görev alacak.
* Ailenin çoğunluğu karşı bir karar almadığı sürece, her zaman en büyük oğlun en büyük oğlu, ailenin başkanı olacak.
* Ailede evlilikler, birinci veya ikinci dereceden kuzenler arasında gerçekleştirilecek.
* Hukuki bir envanter tanzimi ve servet neşri asla yapılmayacak.
Rothschild’in ölümünden sonra oğulları Avrupa’nın en önemli merkezlerine gidip, bankerlik faaliyetlerini oralarda sürdürdüler.
Ailenin en büyük oğlu olan ve babası ile aynı adı taşıyan Amschel Mayer Rothschild (1773-1855) Frankfurt’ta kaldı ve bankerliğe babasının bıraktığı yerden devam etti.

Salomon Rothschild (1774-1855) bankerlik hizmetlerine Avusturya’da başladı. Ülkedeki tren yollarının yapımını da üstlenen Rothschild, Avusturya’nın en zenginleri arasına girdi. Kurduğu bankanın bir devamı olarak 1855’te faaliyete geçen Viyana’daki Credit Anstalt (kredi kurumu), onun torunu olan Albert Salomon Anselm Freiherr von Rothschild’in döneminde Reji Şirketi’ni kuran sermayedarlardan biri oldu.

Nathan Mayer Rothschild (1777-1836) ise ailenin İngiltere kolunu oluşturdu. Oraya tekstil tüccarı olarak gidip, 18 yıl sonra Londra’da bugün de faaliyette olan N.M.Rothschilds & Sons Bankası’nı kuran bu üçüncü kardeş, İngiltere ’de öylesine etkili ve zengin oldu ki, Waterloo savaşında bile hangi aşamalarda hisse satıp, hangi aşamalarda hisse alımı yapılması gerektiğini bilebildi. Savaş sırasında çarpışan taraflara borç veren aile, buğday, pamuk, sömürgelerden gelen ürünler ve silah gibi malların ticaretini, gerektiğinde kaçakçılığını da yaptı. Ayrıca Napoleon’un İngiliz ticaretinden uzak tutmaya çalıştığı kara Avrupası ile Britanya Adaları arasındaki uluslar arası ödemelerin transferlerini gerçekleştiren Rothschild Ailesi, bu dönemde çok büyük bir servet biriktirdi.

Elmas için Afrikalılar’a, tütün için Türkler’e kıydılar

Onunla aynı adı taşıyan torunu Nathan Mayer Rothschild (1840-1915) ise, Baron ünvanı alan ilk Rothschild oldu. Kral 7. Eduard’ın çocukluk arkadaşı olan Rothschild, İngiliz Lordlar Kamarası’nda 24 yıl boyunca üyelik yapmanın yanı sıra, yaklaşık 40 yıl boyunca da birleşik sinegogların (United Synagogue) başkanı olarak görev aldı. İngiltere’yi Güney Afrika sömürgeciliğinde destekleyen Baron 1. Rothschild, yine bir Yahudi olan De Beer’in kurucusu Cecil Rhodes’i finanse edip, onunla birlikte güney Afrika elmasının nimetlerinden yararlanırken, yerli halk korkunç katliamlarla karşı karşıya kalmıştı.
Burada durup, Reji Şirketi’nin tuttuğu kolcuların öldürdüğü Türk tütün üreticilerini aklımıza getiriyoruz. Ellerindeki tütünü çok ucuza kapatmaya çalışan Rothschild’lerin Reji Şirketi’nden tütününü kaçırıp, biraz daha pahalıya başkalarına satmaya çalışan bu 'emekçi' insanlar, kendi topraklarında 'kaçakçı' durumuna düşürülmüş ve iddialara göre on binlercesi acımasızca öldürülmüşlerdi.
Suç kimdeydi?... Ve günümüzde Tekel birilerine satılınca suç kimin olacak?.. Rothschild’ler gibi, 'parayı veririm, istediğimi alırım. İster unvan (baronluk), ister ülke (örneğin İsrail), canım ne isterse alırım' diyen 'yabancı ya da yerli' para hükümdarlarının mı, yoksa bu tip 'liberal' politikalar uygulayan devlet yöneticilerinin mi?
Neyse, biz yine Rothschild hanedanının birçok anlamda ibret alınacak tarihçesine geri dönelim..

Kutsal topraklara adım adım...

Baron 1. Rothschild’in en büyük arzusu, kutsal topraklarda İsrail devletinin kurulmasıydı. 1875 yılında İngiltere için çok büyük önemi olan Süveyş Kanalı Kumpanyasının hisselerinin çoğunu alabilsin diye, Kraliçe Viktorya’ya birkaç saat içinde 4 milyon sterlin bulan  Rothschild ailesi, politik iradede gittikçe daha büyük güç sahibi oluyordu.
Bu arada Osmanlı İmparatorluğu, kendine bağlı farklı milletlerin başkaldırmaları ile uğraşırken, Rusya ile süren savaşlarla başlayan dış borçları onu iyice zor duruma sokmuştu. Sonunda, sözde müttefiklerin inceden inceye yaptıkları plan bir bir gerçekleşti ve Osmanlı Devleti, Kutsal Toprakları da sonunda İngiltere’ye kaptırdı. İşte, Rothschild  Ailesi için, 100 yılı aşkındır sürdürülen en büyük düş, artık gerçekleşebilecek duruma gelmişti. Belki de bu aileyi, Frankfurt’taki Yahudi Mahallesi’nden bugünlere kadar getiren 'hırs' bu istek olmuştu.
Baron 1. Rothschild’in oğlu, Baron 2. Rothschild, yani Lionel Walter Rothschild, ailenin bu isteğini gerçekleştirmeyi başardı.

1. Balfour Deklarasyonu, onlara yollanan bir mektuptu!

Ailenin Britanya İmparatorluğu üzerine baskısı o derece büyüktü ki, İngiliz savaş kabinesinde Dışişleri Bakanı olan Lord Arthur Balfour, 2 Kasım   1917 tarihinde uluslararası Siyonist   hareketin liderlerinden sayılan Lord Rothschild’e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir Musevi devleti kurulması konusunda İngiliz hükümetinin destek vereceğini bildirdi.
Tarihe 1. Balfour Deklarasyonu olarak geçen bu mektuptan sonra söylenenler bir bir gerçekleştirilmiştir. Mektubun gönderildiği tarihte Filistin topraklarının henüz Osmanlı’da olduğu düşünülürse,  yaklaşık bir ay sonra buraları ele geçiren İngiliz askerlerin nasıl da planlı olarak oralara yollandığı anlaşılır. Peki ama bu plan gerçek anlamda ne zaman yapılmaya başlanmıştı?...
Çeşitli kışkırtmalarla savaşlara sürüklenen Osmanlı’nın o zamanlar yanında dostu olarak görünen İngiltere (ve Fransa) ve ona borç vermek için çırpınan Yahudi bankerler... Demek ki her şeyi o zamandan planlanmıştı?..  Reji Şirketi de, bu planın sadece bir parçasıydı...

Sonunda İsrail devletini kurdular

Sonuçta, Balfour’un bu mektubu üzerine yürütülen girişimler, 1918   yılında Fransa’nın, hemen ardından da İtalya’nın desteğini sağladı. ABD başkanı Thomas Woodrow Wilson da, 1918 yılının Ekim ayında deklarasyonu desteklediklerini açıkladı.
Söz konusu deklarasyon, Orta Doğu’da bir İsrail Devletinin kurulmasına giden sürecin önemli bir kilometre taşı olmuştur.

Rothschild Ailesi Katolik İtalya’da tutunamadı
Kalman Rothschild (1788-1855):
Kendini daha sonraları Carl Mayer von Rothschild olarak anan bu dördüncü kardeş, ağabeyi Salomon Rothschild’in verdiği görevle önce Napoli’ye gitti. Orada, Avusturya birlikleri için gönderilen paraya göz kulak oldu ve Sicilya’da Rothschild şubesi kurdu. Ancak bu, 1863’e kadar açık kalabildi.

Fransa’daki etkileri Mitterand’dan sonra azaldı

Jakop Rothschild (1792-1868) Bu en küçük kardeş de Paris’e gidip, orada banka kurdu ve iki ayrı kralın parasal danışmanlığını yapıp, Fransa’da ailesi için çok etkili bir konuma geldi. Adını da James de Rothschild olarak değiştirdi. Kurduğu banka 1982 yılında Mitterand hükümeti tarafından diğer bankalarla birlikte devletleştirildi. O zamandan beri daha küçük bir Rothschild & Cie Banque adı altında bir bankaları faaliyet gösteriyor. Ağabeyi Salomon’un kızı ile yani kendi yeğeni ile evlenen James de Rothschild’in bu evlilikten beş çocuğu oldu.
Osmanlı’yı borçlardıran paraların çoğu onların kasasından çıktı
İşte burada gördüğümüz  gibi, Almanya’nın Frankfurt şehrindeki Yahudi Mahallesi’nden çıkıp, Prusya, Avusturya, İngiltere ve Fransa’da yönetimler için çok etkili birer finansör haline gelen Rothschild Ailesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde de çok önemli bir rol oynamıştır.  Osmanlı’ya kaşıkla verilip, kepçeyle geri alınan dış borçların çoğu onların kasasından çıkarken, Osmanlı’yı bu borçlara iten birçok savaşın arka planında bile bu ailenin gölgesinin bulunduğu iddia edilmektedir. Hatta, yaptıkları baskılarla İsrail’in kurulmasında büyük söz sahibi olan bu ailenin, Filistinliler’e ait topraklarının satın alınmasında da, kasalarını sonuna kadar açtıkları ifade edilmektedir. Aileyi kuran baba Rothschild’in oğullarına ve torunlarına vasiyet ettiği üzere, aile, işlerini genellikle el altından yapmaya, adından ve gücünden fazla söz ettirmemeye çalışmış ama böylesine bir gücü saklamak da her zaman pek mümkün olamamıştır. Reji Şirketi’nin büyük hissedarı olduğunu, Internet’te yaptığımız kısa bir araştırmadan sonra ortaya çıkardığımız Rothschild Ailesi’ne ait bugünkü yazımızı sizlere sunarken, birçok kaynaktan yararlandık. Basılı farklı ansiklopediler, ailenin kendi resmi sitesi de dahil birçok kaynak arasında en çok bilgi edinebildiğimiz kaynak ise, Internet ortamında ortak paylaşıma açık olan Wikipedia Ansiklopedisi’nin Almanca versiyonu oldu.
Dünyanın gidişatında hâlâ çok büyük rol oynayan bu aile hakkında araştırmamızı ileriki tarihlerde belki çok daha derinleştirip, edineceğimiz bilgileri sizlerle paylaşabiliriz. Ancak günümüzün en önemli konusu, Türk tütününün, tütün üreticisinin ve TEKEL işçisinin  özel sektörün, 'parayı insandan önde tutan' zihniyetine emanet edilip, edilmeyeceğidir. Burada yapılan, sermaye düşmanlığı değildir. Ama bir ülkeyi ülke yapan da, onun sınırları içinde yaşayan, o ülke topraklarını eken, biçen, o ülkenin fabrikalarında çalışan insanıdır. Çiftçisinden işçisine on binlerce, hatta yüz binlerce insanı ilgilendiren bir müesseseyi yani TEKEL’i,  salt IMF istedi diye, ya da birilerinin parasal iştahı kabardı diye özelleştirmeye kalkmak, en iyi niyetli bakış açısıyla 'saflık'tır, geçmişten ders alabilenlerin gözünde ise bu 'vatanı yeniden satmak'tır.

Para hanedanının kurucuları
Ailenin hem soyadını koyan, hem de kaderini çizen kişi, baba  Mayer Amschel Rothschild oldu Oğulları da farklı ülkelere yerleşip, o ülkelerin ekonomisinde çok etkili oldular.
Oğlu Jakop  Fransa’da çok güçlenirken, İngiltere’ye giden oğlu Nathan Mayer Rothschild’in aynı adı taşıyan torunu ise Lord payesi alan ilk Rothschild oldu .

 

Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! - 4 –

İmparatorluk içinde imparatorluk

Zamanın, `özelleştirilmiş bir tekeli` olan Reji Şirketi, Osmanlı tarihine düşmüş kara bir lekeden başka bir şey olmamıştır

Tütün eken Türk çiftçisinin emeğinin karşılığını vermeden, elinden tütününü zorla alan Reji Şirketi, ülkenin tütün tarımını eline geçirmiş ve bu tarımdan ekmek yiyen binlerce insanı çok zor durumda bırakmıştır. Tütün ekim alanlarını daraltan, köylüden tütünü çok az bir fiyata almaya kalkan ve böylece hem Osmanlı`nın borçlarını ödemesini engelleyip, hem de Türk çiftçisini tefecilerin eline düşüren Tütün Rejisi, oluşturduğu özel `kolcu` birlikleriyle de imparatorluk içinde imparatorluk kurmuştu. 1883`ten 4 Mart 1925`te devletleştirilene kadar tam 42 yıl boyunca, tütün ekicisinin korkulu rüyası olan bu şirket, lafını dinlemeyenlerin ise katili olmuştu.

İmparatorluğun Reji Şirketi ile başa çıkması mümkün değildi. Çünkü şirketin kuruluşu sırasında Reji Şirketi`nin işlerine hükümetin müdahale etmeyeceği taahhüt edilmişti. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu Reji Şirketi karşısında aciz kalıyordu. Şirket, İmparatorluk içinde bir başka bir imparatorluk kurmuştu adeta.

Hasılatın aslan payı yöneticilere...

Reji Şirketi`ne memur olmak inanılmaz imtiyazlara sahip olmak anlamına geliyordu. Reji memurlarına verilen maaş son derece yüksekti. Ne de olsa bu maaşlar, Osmanlı`nın dış borç için ayırdığı gelirden yani Osmanlı`nın cebinden çıkıyordu! Reji Şirketi`nin özellikle yabancı memurları çok lüks bir hayat yaşıyordu. Yıllık izinlerinde ülkelerine giderken, özel vagon kiralayacak kadar imtiyazlı imkanlara ve maaşlara kavuşturulmuş bu kişiler, şirketin yaptığı insanlık dışı uygulamalara aracı oluyorlardı. Şirketin yönetimi bir aile imtiyazı haline gelmişti. Hasılatın en büyük kısmını yöneticiler alıyordu.

Şirket yönetimi, personel kullanımında en ufak ödüne yer vermiyordu. Osmanlı`da âdet haline gelmiş rüşvet ve iltimas, bu şirketin kapısından içeri girememiş ve şirket kendi yönetimine yararlı olacak insanları seçmek ve çalıştırmakla ün yapmıştı.

Halil Efe`yi de vurduran Reji Şirketi idi

Reji Şirketi, kısa zamanda tütünden çok büyük paralar kazandı. Kazandığı paraların ardında, tütün eken çiftçinin hakkı ödenmeyen alın teri vardı. `Ben tekelim` diyen Reji Şirketi, çok az bir para karşılığı çiftçinin tütüne el koyuyordu. Emeğini üç kuruşa yabancı reji şirketine yedirmek istemeyen köylü ise, ürününü hak ettiği fiyata başkalarına satmaya çalışırken `kaçakçı` damgası yiyor ve Reji`nin kolcuları tarafından acımasızca öldürülüyordu. Bizler o kolcuları, daha çok Çökertme türküsünden biliriz:

Gidelim gidelim de Halil`im Çökertme`ye varalım/ Kolcular geliyor Halil`im nerelere kaçalım / Teslim olmayalım da Halil`im aman kurşun saçalım...

Tütün Reji`sine tütününü vermeyip, İstanköy`de sattıran Bodrum yöresi çiftçilerine kaçakçılık yaparak yardımcı olan Halil Efe`nin, kolcular tarafından yakalanarak acımasızca öldürülüşü üzerine bütün Bodrum halkı yasa bürünmüş ve ardından bu türküyü yakmışlardır. Bu ve buna benzer birkaç türkü daha, Reji Şirketi yani `özelleştirilmiş Tekel`e insanımızın bakış açısını ne güzel de anlatır. Keşke bu türküleri ve halkın hissiyatını, Tekel`i günümüzde özelleştirmeye kalkışan yöneticiler de duysa!...

Yılda en az bin kişiyi öldürüyorlardı

Reji İdaresi kaçakçılarla savaşmak için devletin kolluk kuvvetlerine güvenmemiş ve kendi güvenlik gücünü oluşturmuştu. Çoğu azılı haydut olan kolculara, bol keseden paralar verip, onları en yeni silahlarla donatan Reji yöneticilerinin onlardan tek beklentileri, çevreye korku yaymalarıydı. Kolcular da yılda en az bin kişiyi öldürerek, kendilerinden bekleneni fazlasıyla yerine getirdiler. Atlarının üzerinde devriye gezerek, kaçakçılara göz açtırmayan kolcuların sayısı, her geçen yıl daha da arttı.

Kâr etti, zarar gösterdi

Osmanlı topraklarının ve onun insanının üzerinden çok paralar kazanan ve bu dönemde 6 sigara fabrikası açan Reji Şirketi, 3 bin işçinin yılda ortalama 7 bin ton miktarında ürettiği sigaraların çoğunu Avrupa`ya ihraç ediyordu. `Turkish Règie Cigarettes` diye yabancı gazetelerde tanıtılan bu farklı markalı sigaralar çok beğeniliyor ve şirket böylece çok büyük kârlar elde ediyordu. Ancak bu paraları, Osmanlı`nın dış borçları için vermeye hiç niyeti yoktu!... Reji yönetimi, bu çok kârlı tekelden elde ettiği gelirleri gizlemeyi başarmış ve ilk 3 yılki hesaplarda şirketi `zarara uğramış` olarak göstermiştir. Ancak bunun Paris Borsası`nda yalanlanması üzerine, dördüncü yıl, az da olsa bir kâr göstermeye başlamıştır.

Ancak hiçbir zaman gerçek kârını göstermeyen bu Tütün Rejisi Şirketi, kurulduğu yıl her biri 200 Fransız frangı değerinde 200 bin hisse senedi çıkarıp, bunları Fransa`da satmıştı. Osmanlı`dan gizlediği kâr payını, her yıl hissedarlarına dağıtırken, hisse senetleri de Paris Borsası`nda 360 franktan işlem görüyordu.

Osmanlı`nın parasıyla Osmanlı`ya caka sattılar

Şirketin Osmanlı yönetiminden kazancını saklaması, Osmanlı`nın dış borçlarının bir türlü kapanamamasına neden olmuştur. Oysa şirketin yönetimi, vahşi kapitalizmin bütün usullerini profesyonelce uyguluyor ve kâr konusunda hiç ödün vermiyordu. Reji idaresi, devletin memurlarına maaşlarını ödeyemediği dönemlerde Osmanlı hükümetine avans vermek suretiyle devlet hizmetlerinin yürümesini temin edecek kadar güçlenmiş ve devletin karşısında gücünü gittikçe arttırmıştı. Bu uygulama, Reji`nin idaresini `açıkça ilan etmese de` elinde tutan Rothschild Ailesi`nin diğer ülkelerdeki yönetimlere uyguladığı taktiğin aynısıydı. Tek fark şuydu: Frankfurt`tan İngiltere, Fransa, Avusturya gibi ülkelere dağılıp, oralarda para kazanan ve o parayla o ülke iktidarlarına borç para veren Rothschild kardeşler, bulundukları ülkelerin vatandaşı olmuşlardı. Oysa Osmanlı`da sermayelerini bulundurma nedenleri sadece bu imparatorluğu sömürmek, zor duruma düşürmek ve sonunda kutsal toprakları ondan almaktı!.. Sonunda başardılar da...

Kaçakçılar av, kolcular avcı!

Reji İdaresi`nin köylünün parasıyla tuttuğu silahlı ve atlı kolcular , kimi kez kaçakçılığa soyunan köylünün kendisini, kimi kez de köylüye yardımcı olan kaçakçıları öldürüyordu.

Derdi bize keyfi onlara

Reji İdaresi, tütün ekicilerinden cüzi paralarla aldığı tütünü işleyip, çekici ilanlar aracılığıyla ticaretini ilerletti.

Ekonomide sonun başlangıcı: Baltalimanı Anlaşması

16. yüzyıldan beri kapitülasyonlar yoluyla ticari ayrıcalık elde eden Batılılar, 19. yüzyılın başında bu ayrıcalıklardan bir süre uzak kalmışlardı. 1802 yılında kısıtlanan ayrıcalıkların ardından Osmanlı`nın Batı`ya vurduğu en büyük ekonomik darbe, 1826 yılında `temel sanayi hammaddeleri` ne karşı başlatılan tekel uygulaması oldu (yed-i vahit maddesi uygulaması). Batıda sanayi devrimi olmuştu ve üretmek için hammaddeye ihtiyaçları vardı. Özellikle sanayi devriminin öncüsü olan İngiltere`ye karşı diğer Avrupa ülkeleri tavır almış, onu hammaddesiz bırakmak için seferber olmuşlardı. İşte bu şartlar altında İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu`na `Koyduğun tekeli kaldır` baskısı başlattı. Osmanlı önceleri kabul etmedi. Ancak batılı ülkeler tarafından ayaklandırılan Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlıları Kütahya`ya gelerek zor duruma düşürünce, Fransa`yı, Mısır`ı destekler olarak karşısında bulan Osmanlı, İngilizlerden yardım istemek zorunda kaldı. İşte o ortamda Osmanlı`nın Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa, `Fransızlar`a daha önce verdiğimiz haklar var. İngilizlere de verelim ki eşitlensin` gibi bir söylem geliştirdi ve ekonomik anlamda Osmanlı İmparatorluğu`nun `sonun başlangıcı` sayılan anlaşmayı 16 Ağustos 1838 tarihinde Baltalimanı`ndaki yalısında İngiliz heyeti ile karşılıklı imzaladı. Kraliçe Viktorya ve Sultan 2. Mahmut tarafından da onaylanan Baltalimanı Anlaşması`nın Osmanlı ekonomisine getirdiği olumsuzluklar özetle şunlardır:

1- Belirli bazı sanayi mallarının hammaddelerine uygulanan tekel kaldırıldı. Böylece hiçbir sanayi hamlesinde bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu, sanayisini güçlendirerek iyice palaz- lanacak olan İngiltere`ye `hammadde` vererek yardımcı olacaktı. (Tabi ki bu tavizler İngiltere ile sınırlı kalmadı)

2- İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra İngilizler`in de katılması kararlaştırıldı.

3- İngiliz vatandaşlarına, Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkı verildi.

4- Transit resmi kaldırıldı.

5- İngiliz gemileriyle gelen İngiliz ticari malları için, bir defa gümrüğü ödendikten sonra, ithalatçı veya alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti.

Antlaşmanın bu hükümleri ile, Osmanlı hazinesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum kaldı.

Osmanlı tüccarı, bir yerden bir yere bir malı götürüp satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları, ortakları ve adamları bu yeni anlaşma gereği sadece yüzde beş vergi ödeyecekti. Böylece, İngiliz tüccarları, Osmanlı tüccarına karşı korunmuş oluyordu.!

Çok geçmeden bu anlaşmanın hükümlerini kapsayan birçok anlaşma, Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka, Portekiz gibi diğer `dost!` ülkelerle de yapıldı.

Bu ticaret anlaşmaları, ülkedeki sanayiyi durdurmuş, devlet hazinesini boşaltmış, Avrupa`dan borç alma devrini başlatmış ve dolayısıyla bu anlaşmaların ardından Osmanlı`nın dışa bağımlılık devri başlamıştır.

Serkl Doriyan`dan Kulüp`e...

Reji Şirketi`nin Serkldoryan adıyla çıkardığı sigara, T.C. İnhisarlar İdaresi`nde Serkl Doriyan adını almış, Tekel Genel Müdürlüğü`nün kurulmasının ardından 1950`li yıllarda Büyük Kulüp, daha sonra da Kulüp adını almış ve üretimi 1978 yılına kadar sürmüştür.

 

Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! – 5 -

Osmanlı ekonomisi nasıl çökertildi

19.yüzyılda alınan dış borçların son taksidi 1954 yılında ödendi. Peki ya şimdiki dış borçlarımızın son taksidi ne zaman ödenecek?

Anadolu"da yerli halk ulaşımını kağnı arabası ya da deve kervanı gibi ilkel yöntemlerle sağlarken, Osmanlı topraklarına farklı amaçlarla gelen yabancılar o zamanın en lüks ulaşım aracı olarak treni

kullanıyorlardı. Osmanlı"nın dış borçlarını tahsil etmek için kurulan yabancı şirketler, tatillerde elemanlarını kendi ülkelerine özel vagonlarla yolluyorlar, bunun faturasını bile Osmanlı"ya çıkarıyorlardı!

Osmanlı kaynaklarını iyi değerlendirememiş, sonunda iflas etmişti. Şimdi, özelleştirilmelerden elde edilen kaynakların nerelerde kullanıldığını bilen biri var mı?

Bugünkü yazımızda, Tanzimat döneminde yapılan `ekonomiyi kurtarma` hamlelerine bir göz atıp, bunun bile Osmanlı"nın ekonomisini niye kurtaramadığını anlamaya çalışalım ve bundan günümüz için gerekli dersi çıkaralım...

Vergi reformu iyi bir adımdı ama...

Tanzimat döneminde, genel kurallara dayalı olarak ödeme gücü olan herkesin vergilendirildiği bir yapıya geçilmiştir. Oysa daha önceki dönemlerdeki vergilendirmelerde, istisna ve imtiyazlar son derece yaygındı ve devlet adeta `tesadüf ettiği` gelirlerden vergi alır hale gelmişti. Oysa Tanzimat döneminde, kişilerin gerçek gelirlerini saptamaya yönelik ciddi anlamda çeşitli araştırmalar yapılmıştı.

Tanzimat"la başlayan dönemde devlet gelirlerinde önemli artışlar gerçekleşti. 1840"larda Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini 1840 ve 1860 yılları itibariyle kıyaslarsak, 1890 yılında, gelirin ikiye katlandığını görüyoruz: 1.2 milyon kuruş dolaylarında bir gelir, 1.4 milyon kuruş dolaylarında bir harcama söz konusu. 1875-76"da gelirler tekrar ikiye katlanarak 2.4 milyon kuruşa, giderler de 2.9 milyon kuruşa yükseldi; fakat 1879-80 mali yılında Osmanlı-Rus Savaşı"nın yol açtığı ciddi kayıplar devlet gelirlerine de yansımış ve ciddi gelir düşüşü söz konusu olmuştur. Savaşta kaybedilen bölgelerin ekonomik gelişme bakımından ortalamanın oldukça üzerinde olan bölgeler olduğu göz önüne alınırsa, mali kaybın, nüfus ve toprak kaybından daha ciddi boyutlarda olduğu anlaşılır.

Savaştan önce 2.5 milyon kuruşa ulaşan devlet gelirleri, Osmanlı-Rus Savaşı"ndan sonra 1.5 milyon kuruşa inmiştir.

İç borç dış borcu getirdi

Tanzimat"ın başlarında yapılan bir tespite göre devletin toplam borcu 350 milyon kuruş dolaylarındaydı. Hatta geçmiş yıl gelirlerinden yapılacak tahsilatla bunun bir kısmının ödenebileceği hesap ediliyor ve hazine borcunun 235 milyon kuruşa ineceği tahmin eliyordu. Ama 1862-63 mali yılına geldiğimizde hazinenin toplam borç yükü 6.5 milyar kuruşa ulaşmıştı ki o tarihteki bütçe gelirlerinin yaklaşık beş katına varıyordu. Osmanlı mali yönetimi bu iç borç yükünü hafifletmek için giderek artan miktarda dış borçlanmaya başvurdu. 1854-1882 yılları arasında 20.4 milyar kuruş borç alındı ama buna karşılık sadece 11.6 milyar kuruş gelir elde edildi. Elde edilen fonlardan daha fazlası bu dönemde borç ödemelerine ayrıldı. 1854-55 mali yılı ile 1881-82 mali yılları arasında toplam 15 milyar kuruş borç ödemesi yapıldı. 1874 yılında devletin yalnız dış borçları bir yıllık bütçe gelirlerinin 10 katına yükselmiştir. Aşağı yukarı 22 milyar kuruş dış borç yükü vardı ve 1875"te Osmanlı devleti bu dış borç yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini açıklamak zorunda kaldı. Bu gelişme, Düyûn-u Umumiye İdaresi"nin kurulması ile sonuçlandı ve aşağı yukarı devlet gelirlerinin yaklaşık beşte ikisi Düyûn-u Umumiye İdaresi"nin denetimine tahsis edildi.

Gelirin 3"te 2"si

borca gidiyordu!

Tanzimat döneminin son mali yılı olan 1875-76 bütçe verilerine göre devlet gelirlerinin üçte ikisi sadece borç ödemelerine gidiyordu.

Düyun-ı Umumiye idaresinin kurulduğu 1881-82 mali yılında bütçe açığının devlet giderlerine oranı 1/3"ün üzerindedir; dolayısıyla Abdülhamit döneminde de bu bütçe açıklarının % 20"lerin üzerine çıktığını görüyoruz.

Bu hesaplarda da gördüğümüz gibi, Kırım Savaşı ile başlayan dış borçlar, kısa bir süre içinde Osmanlı"nın belini bükmeye yetmiştir.

Özelleştirme paraları

nereye gidiyor?

Devlet gelirlerini ciddi şekilde artırmayı başaran, ciddi bir yeniden mali yapılanmayı sağlayan 19. yüzyıl Osmanlı mali yönetimi, aynı başarıyı harcamaları disiplin altına alma konusunda gösterememiştir. Borçlanma yoluyla elde ettiği kaynakları üretimi artırmaya dönüştürememiş ve dolayısıyla katlanarak artan borçları ödeyememiştir.

Osmanlı Devleti"ni mali iflasa götüren bu neden, her an Türkiye Cumhuriyeti"nin de kaderi olabilir. Osmanlı"nın düştüğü hata yine tekrarlanıyor mu? Bu soruyu, ülkeyi yönetenler olsun, onlara bu yönetme yetkisini veren vatandaşlar olsun, herkes kendi kendine sormalıdır. Yıllardır ülke kaynaklarını `özelleştirme` adıyla değerinin çok altında satanlar, aldıkları kaynakları nerelere harcamaktadırlar?... Onca şey satılmasına rağmen, dış borçlarda ciddi bir azalma mı olmuştur?.. Bu paralar nerelere gitmektedir?

Dış borçları ödeyebilmek için, ülke üretimini arttırmaya yönelik kullanılması gereken bu paralar, nerelere çarçur edilmektedir?

19. yüzyılda yapılan ve bir türlü ödenememiş gibi görünen dış borçların son taksiti, ancak 1954 yılında ödenmiştir. Ne var ki, kısa bir sürede Batının borç batağına yeniden saplanılmıştır. Yine `borcun faizini bile ödeyemez` hale gelen ekonomik idare, IMF"in uyguladığı programlar çerçevesinde ülkenin sınırlı kaynaklarını satışa çıkarmıştır!

El gücüne karşı makine gücü

Osmanlı"nın çoğu ilinde tırpanla buğday biçmek bile lüks görülüp, insanlar ekinleri çıplak elleriyle biçiyordu. Çoğunluğu azınlıklara ait büyük çiftliklerde ise traktörler ve lokomotifli harman makineleri kullanılmaya başlanmıştı. Bu sayede hem emekten, hem de zamandan tasarruf ediliyordu.

19. yüzyılda Osmanlı Hazinesi"nin kaynakları

OSMANLI hazinesinin en önemli gelir kaynağı, şüphesiz ki, toplanan vergilerdi. Ancak 19. yüzyılda imparatorluktan kopan topraklarla, vergi gelirleri de gittikçe azaldı. Tanzimat Fermanı ile getirilen bir yenilik, "vergide adalet" kavramıydı. Tanzimat döneminde, ödeme gücü olan herkesin vergilendirildiği bir yapıya geçildi. Oysa daha önceki dönemlerdeki vergilendirmelerde, istisna ve imtiyazlar son derece yaygındı ve devlet adeta "tesadüf ettiği" gelirlerden vergi alır hale gelmişti.

Farklı vergiler

Klasik Osmanlı mali sisteminde devlet gelirlerinin çok önemli bir bölümü kırsal ke-

simden "aşar" vergisi adı altında sağlanıyordu. Şehirde yaşayanlar ise kendi şahısları adına bir vergi ödemiyor, ancak "ihtisap" diye adlandırılan Pazar vergisi veriyorlardı. Tabii ki, aldıkları mallara uygulanan gümrük vergisi gibi vergiler de, yine tüketicilerin cebinden çıkıyordu.

Borç, kaynağı yedi

Ayrıca gayrimüslimlerden toplanan "cizye" adındaki vergi de, Osmanlı devletinin önemli gelir kaynaklarından biriydi. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan dış borçlar, Osmanlı hazinesinin kaynaklarını adeta kuruturken, bu dış borçların son taksiti ancak 20. yüzyılın ortasında ödenbildi.

 

Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! – 6 -

Reji"den ders almayan liberal saflık:Ali Paşa"nın vasiyeti

Liberal"lerin atası sayılan Ali Paşa, bıraktığı vasiyette `sanayi kuruluşlarını gerekirse yabancılara bedava verelim` derken, donanmanın bile özelleştirilmesini istemişti!

Osmanlı"yı `Avrupa Devletler Topluluğu"na alacaklar` diye Avrupalılar"a birçok tavizde bulunmuş olan Sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa, Avrupalılar"ın niyetinden hiç şüphelenmemiş olacak ki, vasiyetinde mevcut sanayi kuruluşlarının yabancı sermayeye gerekirse bedava verip özelleştirelim` demekten kendini alamamış, hatta daha da ileri gidip, `donanmayı da özelleştirelim` demeye kalkmıştır.

1871"de ölen M. E. Ali Paşa"nın ardında bıraktığı Fransızca yazılı siyasi vasiyet yıllarca yayınlanmamış ve nihayet 1910"da bir Fransız gazetesinde kamuoyuna açıklanmıştır.

Azınlıklara birçok imkan veren Islahat Fermanı"nın mimarı olan Sadrazam M. E. Ali Paşa, tam bir Avrupalı hayranı idi. Ali Paşa, Paris anlaşmasına `Osmanlı Devleti Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olacak` ibaresi konsun diye, İngiliz ve Fransızlar"ın dayatmasına karşı duramamış ve azınlıklara çok geniş haklar tanıyan Islahat Fermanı"nı ilan etmişti. Hatta bu işe, zamanın Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa çok içerlemiş, ancak fermanın yayınlanmasını engelleyememişti.

(Hatırlanacağı gibi, Tanzimat Fermanı"nı duyuran Mustafa Reşit Paşa, zamanında İngilizlere ve ardından diğer Avrupalı ülkelere çok geniş ticari ayrıcalıklar veren anlaşmaları, Baltalimanı"ndaki yalısında imzalamış ve ülkenin yabancılara ekonomik olarak teslimiyetinin ilk adımını atmıştı. Ancak o bile, Ali Paşa"nın `Avrupalı olma` hayali ile `Islahat Fermanı` tavizine karşı çıkmıştı. Belki de, kendi yaptığı anlaşmaların ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamış ve Ali Paşa"yı da böyle bir hatadan caydırmak istemişti. Kim bilir!..)

`Özel vergi toplama şirketi kurulsun`

Avrupa ülkelerinin tarih kitaplarında çocuklarına `barbarlar` diye tanıttıkları Osmanlılar"ı, `Avrupa Devletler Topluluğu`na alacağına inanan Ali Paşa, bıraktığı vasiyette göre devletin en önemli hedefi, Avrupa Devletler topluluğuna katılacak şekilde kendini hazırlaması olmasıydı. Devletin dış ilişkilerinin güçlenmesi için Avrupa"nın bir üyesi olması şarttı. Aksi halde, çıkacak bir çok problemin devletin bekasını tehdit etmesi kaçınılmaz olacaktı.

Sadrazam Ali Paşa, Osmanlı İmparatorluğu"nun iç işlerinde daha özgür davranabilmesi için Avrupa"nın bir parçası olması gerektiğine inanıyordu. Bu dönemde yaşanan mali sorunların başında da devletin vergi toplayamaması geliyordu. Ancak Avrupa hedefine ulaşılması için de devletin gelirlerinin arttırılması gerekiyordu. Ancak sosyo ekonomik yapı ve sermaye ilişkileri dikkate alındığında bunun zor olduğu da yine devlet yöneticileri tarafından bilinmekteydi. Devletin mali politikaları tıkanmış durumdaydı. Ancak devletin gelirlerinin daha çok harcandığı büyük şehirlerden daha fazla vergi alınması gerekiyordu. Ali Paşa"ya göre; devletin bu konuda yetersizliğinin önüne geçilebilmesi ve mali politikaların daha etkin işletilebilmesi için, bunun yanında devlete kaynak sağlaması için özel bir vergi toplama şirketinin kurulması gerekiyordu. Oysa Osmanlı, kısa bir süre önce böyle bir tecrübeyi hem Düyûn-u Umumiye İdaresi, hem de Reji Şirketi ile yaşamış ve toplanan vergilerin hiç de kasaya girmediğini görmüştü.

Bu aynı zamanda vergi toplayamayan Osmanlı Devleti"nin mali politikalarını devlet dışında bir örgüte devretmesi anlamına geliyordu ki bu da devletin kendi içinde kontrol edemeyeceği bir birimin kurulması anlamına gelmekteydi.

`Fabrikaları yabancılara gerekirse bedava verelim`

Sanayi de henüz istenilen düzeyde değildi. Zaten başta İngiliz ve Fransızlar"la yapılan ticari anlaşmalardan sonra, sanayinin gelişmesi zaten olanaksız hale gelmiştir. Ama Ali Paşa bunu görmek istememekte ve ısrarla kurtuluşun, Avrupalı devletler eliyle olacağına inanmaktadır. Öyle ki, vasiyetnamesinde ekonomi tarihinde bir ilk sayılabilecek özelleştirme girişimlerinden söz eder ve mevcut sanayi kuruluşlarının yabancı sermayeye gerekirse bedava verilmesini ve sanayinin bu yolla gelişebileceğini iddia eder.

`Donanmayı da özelleştirelim`

Ali Paşa, ölümünden 40 yıl sonra `La Revue de Paris` gazetesinde 1910 yılında yayınlanan vasiyetinde, donanmanın özelleştirilmesi gerektiğini belirtmekten bile çekinmez. Bu vasiyet, Osmanlı İmparatorluğu"nda liberal dönüşüm politikalarının nasıl algılandığına dair önemli bir örnek olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzün Ali Paşaları!

Aslında bu algılamaya, çok yakın bir geçmişe kadar basındaki birçok köşede şahit olmadık mı?

Yerli üretimin yerini lüks ithal tüketim mallarının aldığı, tarımın, hayvancılığın bilinçli olarak bitirildiği ve sanayiye yatırım yapma yerine `paradan para kazanma` dönemine geçilen 1980"li ve 90"lı yıllarda, `En büyük Avrupa Birliği`, `Yaşasın liberalizm, yaşasın küresellik` naraları atıp, `Yerli malı` haftaları ile alay eden günümüz Ali Paşaları, AB"den peşpeşe yedikleri şamarlarla biraz kendilerine gelseler de, yine de AB fonlarının vazgeçilmez cazibesinden çok uzakta kalamıyorlar.

Devletin kurtulmak istediği uygulamayı vasiyet etti!

Osmanlı idaresi, köylüden ürün olarak topladığı âşar adlı vergiyi, bir tür vergi müteahhiti sayılan mültezimler aracılığıyla toplatırdı. Bu vergilerin, yapılan açık arttırmalarda düşük bir bedel karşılığı özel kişilere devredilmesi, zaman içinde Osmanlı"ya çok pahalıya mal oldu ve ekonomi, hiçbir zaman gerçek vergi gelirlerine kavuşamadı. İltizam denen bu yöntem yüzünden köylüler de, kâr peşindeki mültezimlerin kendilerine uyguladığı baskılarla karşı karşıya kaldı (üstteki fotoğraf). Tanzimat"ta bu hatadan dönüp, kendi memurlarıyla vergi toplatmaya kalkan Osmanlı yönetimini eleştiren Ali Paşa, "Özel vergi toplama şirketi kurulsun" vasiyeti bıraktı!

19. Yüzyılda Osmanlı Devleti"nin Dış Ticareti

İthalatın artması karşısında yerli üreticiyi koruyacak politikalar geliştiremeyen yöneticiler, Batı"ya

ödün verdikçe ekonomiyi batırdılar

18. Yüzyılın sonu ve 19. Yüzyılın başlarında Osmanlı dış ticaretinin hacmi, imparatorluk toprakları içindeki toplam üretimin yaklaşık sadece yüzde 2"si kadardı. Balkanlar, Anadolu, Suriye ve Mısır gibi geniş topraklara sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, tüm bu topraklardaki üretimle yetiniyor, dış ülkelerle yapılacak bir ticarete pek gereksinim duymuyordu.

Hammadde satıp, mamul mal aldık

Napolyon Savaşlarında birbirleriyle savaşan birçok Batılı ülke, savaşın 1814-15 yıllarında bitimiyle, gözlerini hem Osmanlı"nın ekonomisine, hem de topraklarına dikti. Birinci Dünya Savaşı"na kadar geçen yüzyıllık sürede Batı ve Orta Avrupa ülkeleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yoğun bir ticari işbirliği yaşandı. Ancak bu ticarette Osmanlı"ya mamul mal satan ve ondan işlenmemiş mal ve sanayi hammaddesi satın alan Avrupalılar hep kazanan taraf oldu.

İthalat ihracatı sollayınca...

1840 - 1913 yılları arasındaki verilere bakıldığında tüm Avrupa ülkelerinin ihracatı cari fiyatlarla 11 kat, sabit fiyatlarla 14 kat artış gösterirken, Osmanlı İmparatorluğu"nun aynı tarihler arasında ihracatının cari fiyatlarla 5 kat, 1880"in sabit fiyatı ile hesaplandığında ise 10 kat artığı düşünülmektedir. (Bu yazıdaki bilgiler, Devlet İstatistik Enstitüsü"nün 19. Yüzyılda Osmanlı Dış Ticareti adlı yayınından alınmıştır.) Ancak ithalatın her zaman ihracat rakamlarından fazla olması, Osmanlı ekonomisini zaafa uğratıyordu. Ayrıca Batılı"nın işlenmiş malına karşılık, Osmanlı"nın onlara sattığı işlenmemiş mal, onlardan gelen mallar gibi katma değer yaratamıyor ve bu da Osmanlı ekonomisinin gittikçe zayıflamasına neden oluyordu. Ancak tüm bunlara ilaveten, 1850"li yıllarda başlayan ve 1874 yılına varıldığında yıllık bütçe gelirinin 10 katına yükselen dış borçlar, Osmanlı ekonomisinin çökmesine neden olan en önemli etken oldu.

Osmanlı"nın temel ihraç malları

19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında nüfusu 20.8 milyon civarında olan (toprak kaybettikçe nüfus artışı görülmemişti) Osmanlı İmparatorluğu"nun ihraç ettiği ürünler çeşitlilik göstermekte, bir ürünün, toplam ihracat payı içerisindeki payının yüzde 12"yi aşmadığı bilinmektedir.

Temel ihraç mallarını başta tütün olmak üzere, üzüm, incir, ham ipek, tiftik, pamuk, afyon, meşe palamudu, fındık, zeytinyağı tarımsal ürünler teşkil ediyordu.

Osmanlı"nın mamul halde yurtdışına sattığı mallar ise sadece, elde dokunmuş halı ve kilimlerdi.

Osmanlı"nın ithal ettiği mallar

Aynı dönemlerde ithal edilen mallar ise, işlenmiş, mamul mallardı. Özellikle pamuklu ve yünlü tekstil ürünleri, 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde tüm imparatorluk sınırları içinde yaşayan zengin-fakir herkes tarafından kullanılır oldu. Yerli fabrikalardaki pamuklu üretimi çok sınırlı kalmaktaydı. Osmanlı"nın ithalatı arasında tekstil mallarının yanı sıra demiryolu malzemeleri, değişik makineler, silah ve cephane ve diğer mamul mallar yer almaktaydı.

Ayrıca farklı gıda maddeleri de, imparatorluk sınırları içersine dış ticaret yoluyla getiriliyordu. Bunların başında yer alan şeker, çay, kahve gibi ürünler, Osmanlı sınırları dahilinde yetişmediği için, bunların ithal edilmesi çok normaldi. Ancak kendileriyle savaş halinde olduğumuz yıllarda bile Ruslar"dan buğday dahil birçok hububat ürünü "İstanbul"a daha ucuza geliyor" diyerek ithal etmemiz, bugün yaptığımız hatalara benziyor, yerli üreticiyi yok etmeye yetiyordu.

 

Tekel özelleşecek REJİ geri gelecek! – 7 -

Mustafa Kemal Atatürk:

"...Gerçekten Türk tarihi incelenirse yükseliş ve çöküş nedenlerinin ekonomi sorunlarından başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.... Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu yüksek düzeye ulaştırabilmek için ekonomimize birinci derecede ve çok önem vermek zorundayız."

İzmir İktisat Kongresi/ 17 Şubat 1923

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Sivas Kongresi"ne katılmaları, Türkiye Cumhuriyeti"nin kuruluşu için ne kadar değerliyse, TEKEL"in de değeri budur. Çünkü bu kahramanların Erzurum Kongresi"nden Sivas Kongresi"ne gidebilmeleri için gerekli yol parası bir türlü bulunamayınca, o zamanki Tütün İdaresi"nin kasası imdada yetişmiştir. Demek ki, 1919 yılı baz alındığında Erzurum ve Sivas Kongreleri"nin bu ülke için anlamına paha biçilebilirse, TEKEL"in gerçek değeri budur.

Türk tütüncüsünü Reji İdaresi"nden kurtaran Atatürk ve arkadaşları, gün gelip de, bu insanların kaderinin yine "silbaştan" yabancıların ve onların işbirlikçilerinin ellerine teslim edilebileceğini hiç düşünür müydü?.. Ya Reji"den kurtuldukları için 1925 yılında gözleri mutlulukla ışıldayan o çiftçiler, ya da Reji tarafından öldürülen onbinlerce insanın (sayıları 60 bine vardığı sanılıyor) o an için huzura ermiş ruhları... Onların yaşadığı mutluluğun ve huzurun değerini, günümüzde hangi para değeri ile ifade edebiliriz acaba?

Savaşta yendiğimiz ülkelere el açtırmadan bize hem sanayi hamlemizi yaptırtan, hem de dış borçlarımızı ödeten en büyük maddi güç, tüm gelirlerin yüzde 25"ini oluşturan tütün gelirleri olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti"nin kalkınma hamlesinin değeri neyse, TEKEL"in gerçek değeri de budur.

2. Dünya Savaşı sırasında Anadolu"yu tifo salgınından kurtarmanın bedeli ne ise, TEKEL"in gerçek değeri odur. Zira kıtlık yaşanan ülkemizde, TEKEL enstitüsünde çalışan kimyagerler bu tesislerde tifo salgınını önlemek için ilaçlar üretmişler ve Anadolu"ya dağıttıkları bu ilaçlar sayesinde tifo salgınını sona erdirmişlerdir. O günlerde gece gündüz demeden çalışan bu insanların fedakarlıklarının ve alın terlerinin bedeli neyse, TEKEL"in de bedeli odur.

TEKEL"in gerçek değeri, tütün diken, kıran, dizen çocukların, kadınların, ninelerin alın terinde, umudunda; tütün parasıyla gelin olmayı bekleyen kızların duvağında, delikanlıların hayallerinde; işletmelerde tütünün tozunu ve acı kokusunu yutan emekçilerin ciğerlerinde, bugüne değin mesai kavramı tanımadan çalışan kuruluş personelinin fedakarlığında; ülke tütüncülüğüne hizmet için köy köy dolaşan tütün eksperlerinin çamurlu ayakkabılarındadır.

Tekel"in gerçek değeri

Özelleştirilmeye çalışılan TEKEL"in ve tütün gelirlerinin bu ülke tarihinde maddi ve manevi değerlere katkısı milyar dolarlarla ölçülemez

Devletin destekleme alımlarına son veren 4733 sayılı Tütün Kanunu yüzünden tütün üreticilerinin yarısına yakın bölümü son 5 yıl içinde üretimi bıraktı. Geri kalan 205 bin üretici ve 15 bin civarındaki TEKEL işçisi ise bu kurumun özelleştirilmemesi için "örgütsüz" bir savaşım vermeye çalışıyorlar. Bu savaşımda kendilerine en büyük desteği verenlerin başında Tütün Eksperleri Derneği geliyor. Derneğin Genel Başkanı Oktay Çelik, Tütün Eksperleri Yönetim Kurulu adına dün yaptığı basın açıklamasında, TEKEL"in özelleştirilmemesi için şu uyarılarda bulundu:

Tüm şirketler, "bize ne düşer" hesabında

"TEKEL"in sigara biriminin özelleştirilmesine ilişkin ihale sürecinin 26 Ekim 2007 tarihinde başlamasıyla birlikte, mevcut pazar payını bir şekilde ele geçirmek isteyen sözde yerli alıcılar ve yabancı sigara baronlarının bir bir ortaya çıkmaya başladıklarına şahit olmaktayız. Basında yer alan açıklamalara göre, 2008"in ilk aylarında gerçekleştirilecek ihalede oluşacak rakam, -JTI"nın 2003 yılında teklif ettiği 1,15 milyar doların üzerinde- 1,5 milyar dolar civarındadır. Dolar kuru göz önüne alındığında, o gün verilen fiyatla bu gün konuşulan fiyat arasında fark olmadığı ortadadır. Gelişmelerden net olarak anlaşılmaktadır ki, yerli olsun yabancı olsun tüm şirketler TEKEL"in pazar payından " bize ne düşer "in hesabını yapmaktadırlar."

"Yerliden alıp, yabancıya satıyor" suçlaması

Çelik, açıklamalarına şöyle devam etti: "Türkiye"de yapılan pek çok özelleştirmede, sözde yerli alıcılar çok uygun koşullarda devlet desteğiyle aldıkları kuruluşları kısa süre sonra 2-3 katı fiyatına yabancılara satmaktadırlar. Buna, TEKEL"in alkollü içki birimi, Sümerbank, Petrol Ofisi örnek olarak gösterilebilir.

Petrol Ofisi"ni 1,25 milyar dolara satın alan yerli konsorsiyumun, şirketi aldıktan sonra kendine ait zarar eden şirketle birleştirdiği, bu durumun Devlet"in her yıl 150 milyon YTL vergi kaybına sebep olduğu ve sonuçta birikmiş KDV borçları ödenmeyen milli kuruluşu yabancılara 5 milyar dolara sattığı bilinmektedir.

TEKEL"in alkol birimi de 2004 yılında 2 yılı ödemesiz 7 yıl vadeli 230 milyon dolarlık kredi kullanılarak 292 milyon dolara Nurol-Özaltın-Limak-Tütsab konsorsiyumu tarafından satın alınmıştır. Çok değil 2 yıl sonra, bu ortak girişim grubu tarafından kurulan MEY İçki"nin yüzde 90"ı 810 milyon dolara özel yatırım şirketi Pacific Group"a peşin olarak satılmıştır."

Yabancının amacı: Mutlak egemenlik

1992 yılından bu yana Türkiye"de yatırım yapan çokuluslu sigara şirketlerinin toplam yatırım giderlerini bir iki yılda karşılayabilecek satış gelirlerine ulaştıklarını belirten Tütün Eksperleri Başkanı, yerli veya yabancı şirketlerin yeni sigara fabrikaları kurmalarına mevzuatta hiçbir engel yok iken TEKEL"e talip olmalarındaki amacın "TEKEL"in mevcut pazar payını ele geçirerek iç piyasaya tamamen blended sigaraların hakim olmasını sağlamak ve tütün ve tütün mamulleri piyasasında mutlak egemen olmak" olduğunu iddia etti.

"TEKEL"in kârı yurtdışına gidecek"

"TEKEL Sigara Fabrikaları, devlete yük olmayan aksine kâr eden ve istihdam yaratan kuruluşlardır. Bu kuruluşların özelleştirilmesi, ekonomiye ayrıca bir katkı sağlamayacaktır. Özelleştirmeden doğacak en önemli mali sonuç, özelleştirilecek fabrikalarda üretilecek sigaraların satışından sağlanacak kârın tamamının yurtiçinde kalması yerine, çokuluslu ortaklar tarafından yurtdışına transfer edilecek olmasıdır" uyarısında bulunan Çelik, yabancı yatırımcıların son 3,5 yılda Türkiye"den ülkelerine yaptıkları kâr transferinin 5,15 milyar dolara ulaştığını, oysa daha önceki 12 yıllık dönemde kâr transferlerinin 3,1 milyar dolarla sınırlı kaldığını hatırlattı. (İSMMMO"nun "Türkiye"deki Yabancı Kâr Transferleri Raporu"na göre) Çelik, TEKEL sigara bölümünün de özelleştirilmesinden sonra bu durumun Türkiye açısından daha da sıkıntılı bir noktaya gideceği uyarısında bulundu.

Türk tütününün tüketimi azaltılacak

Tütün Eksperleri Derneği Başkanı, ülke tütüncülüğünü ve tütüncüsünü bekleyen tehlikelere de şöyle dikkat çekti.:

"Yaklaşık 400 yıldır topraklarımızda Anadolu insanının alın teri ve emeğiyle sabırla işlenerek üretilen Türk tütünü, nefaseti, kokusu ve harmanları ıslah edici özellikleri ile dünya piyasalarında marka olmuş ve "özel ürün" konumuna ulaşmıştır. Yıllardır 100.000 tonun üzerinde gerçekleşen ihracatımız dikkate alındığında Türkiye, Şark tipi (Oriental) tütün ihracatında Dünya birinciliğini tartışmasız sürdürmektedir. 2006 yılı rakamlarıyla 500 milyon doları bulan tütün ihracatımızda TEKEL"in ve tütün üreticilerimizin önemli bir katkısı vardır. TEKEL"in sigara fabrikalarının özelleştirilmesi sonucunda yurtiçi tüketimi asgari miktarlara düşecek olan Türk tütününe karşılık, Virginia ve Burley tütünlerinin ithalatı giderek artacaktır. 2006 yılı sonu itibarıyla, 70 milyon kilogram tütün ( 70 bin ton) karşılığında 250 milyon dolarlık tütün ithalatı yapan Türkiye, bu gelişmelerin sonucunda, dış ticarette maalesef net ithalatçı durumuna gerileyecektir.

Tütün üreticisini yüzde 47 oranında azaltan kanun!

Son yıllarda daha da fazla Şark tipi tütün üretmeye başlayan Çin, Hindistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, İran, Gürcistan ve Ermenistan gibi ülkelere yakın gelecekte pazarın kaptırılmasının söz konusu olduğunu hatırlatan Oktay Çelik, çıkarılan 4733 sayılı kanunu da eleştirerek "4733 sayılı Kanun"un yürürlükte olduğu geçen 5 yıllık süre zarfında yüzde 47 oranında azalarak 205.000 civarına inen tütün üreticisi sayısı ve yüzde 38,5 oranında azalan üretim miktarı, ülke tütüncülüğünün bir yok oluş sürecine girdiğinin bariz göstergesidir" dedi.

"Doğu ve Güneydoğu"da problemler artabilir" uyarısı

Türk tütün üreticisinin açlık sınırının çok altında yaşamaya çalıştığını, "Bir tütün üreticisinin 2006 ürünü itibarıyla ortalama yıllık geliri 2.309 YTL olup, bu gelir aylık olarak 192,4 YTL"ye karşılık gelmektedir. TÜRK-İŞ tarafından yapılan hesaplamalara göre, Kasım 2007 ayı itibarıyla 4 kişilik ailenin açlık sınırı 697,16 YTL"dir" sözleriyle anlatan Çelik, TEKEL"in özelleştirilmesinin en çok Doğu ve Güneydoğulu üreticileri etkileyeceğini şöyle ifade etti:

"Türk tütünü, fakir toprakların bir ürünüdür. Bugüne kadar yapılan bütün çalışmalarda aynı arazilerde üreticilerin hayatlarını sürdürebileceği gelir sağlayabilecek alternatif bir ürün veya ekonomik faaliyet konusu bulunamamıştır. Üreticiler, bu arazilerde ürettikleri tütüne mahkum durumdadırlar. Sigara birimi özelleştirilmiş bir TEKEL"in yaprak tütün biriminin de ayakta kalabilme imkânı yoktur. Yeniden yasal bir düzenleme ve yapılanma gerçekleştirilmediği takdirde, yaprak tütün biriminin birkaç yıl içinde tasfiyesi kaçınılmazdır. 2008 yılında TEKEL"in sigara biriminin özelleştirilmesinin yanı sıra yeni bir gelişme olmayıp TEKEL"in tütün alımlarından da çekilmesi halinde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sosyo-ekonomik ve siyasi problemlerin artması muhtemeldir."

Oktay Çelik yaptığı açıklamayı, Tütün Eksperleri Derneği Yönetim Kurulunun şu mesajı ile bitirdi: "TEKEL"in sigara biriminin özelleştirilmesinin ülkeye ve topluma faydası yoktur ve olmayacaktır. Bu gerçeği ülkeyi yönetenlere bir kez daha hatırlatmayı, ülkemize ve Türk tütüncülerine karşı görev sayıyoruz."

...: SON :...

Sayfanın başına dön                         Ana sayfaya dön
 
  Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol